Title | : | The Glass Bees |
Author | : | |
Rating | : | |
ISBN | : | 0940322552 |
ISBN-10 | : | 9780940322554 |
Language | : | English |
Format Type | : | Paperback |
Number of Pages | : | 209 |
Publication | : | First published January 1, 1957 |
The Glass Bees Reviews
-
Çok yakında Jaguar Prospero Kitaplığı'nda...
-
Vahşi Hafiyelerle başlayan maceranın şimdilik son noktası olan Cam Arılar klasikle modern arasında kalan eski bir askerin ağzından anlatılmış oldukça başarılı bir hikaye. Bu kahramanın içindeki arada kalmışlığı biçim olarak anlatıda da görmek mümkün. Yer yer özellikle başlarda klasik bir dil kullanılmakla ilerledikçe dil de farklılaşıyor. Ama iyi ki mitolojiden örnekler vermekten vazgeçmiyor yazar. Biçim ve içerik olarak harika bir bütünlüğü var kitabın. Oldukça eğlenceli ve sonu da arada kalan biri olarak beni de oldukça memnun etti. :))
-
Kendini huzursuz veya memnuniyetsiz hisseden, devamlı değersizleştiren eski bir süvari subayı Yüzbaşı Richard romanımızın kahramanı ve anlatıcısı. Atlar savaşta devre dışı kalınca attan inip tanka binen ama bunu hiç benimsemeyen huzursuz bir adam.
Zapparoni Fabrikaları’nda yapılan robotlar (ki buna otomatlar diyor yazar) ile ilgili bu roman, yazıldığı yıl itibariyle (1957) fantastik olmaktan çok bilimkurgu bence, dolayısıyla bu romanı da bir bilimkurgu denemesi olarak değerlendirebiliriz. Yapay arılar ve kulaklar, yapay sinekler, yani küçük robotlar ile insanların özgürlüğünün denetlenmesini anlatıyor.
Yaklaşık 20 yıl önce yazdığı “Mermer Yalıyar”a göre anlatımı daha zayıf. Bununla birlikte ana öyküyü onlarca yan hikayelerle zenginleştirilerek ilginç bir kurgu denemiş E. Jünger ve başarılı olmuş. Bir de mutlu sonla bitirme tarzı bu büyük yazar için kolaya kaçmak gibi geldi bana. Bu ufak tereddütlerimle birlikte okumanızı öneririm yine de. -
What a book! Nothing like what the blurbs would have led me to think…!!
When I began this book the other day, I had expected it to be a quick read (though short, it is not really quick at all… in the best sense of that fact); mildly interesting (not gripping, as I found it to be); a narrative account of some future dystopia, a sort of second-rate Brave New World (though that book is itself decidedly already third-rate, fair to speak)…. none of which was true.
This fascinating book is a prolonged mediation on the problem of modernity qua Technik …, placed like a nut, inside a brief narrative shell – much like Bernhard’s The Loser – though the narrative voice is sharper, restless, insightful, and far less neurotic then Bernhard… something of a cross at times, as I commented before, between Chandler and Céline. It is the product of an intelligent, ruthlessly honest, and restless mind.
The book was written in 1957, when Jünger was 62. He lived another 40 years, remarkably. His life was marked by tragedy, both personal and historical -- one son was killed in the War, in 1944; the other committed suicide in 1993. A very interesting figure.
At any rate, the book is flawless, not a false note in it – and gets a high recommendation. -
Okuduğum ilk Jünger kitabıydı. Teknoloji ile doğanın yitirilişini öngörmüş yazar. Özellikle yazım tarzını çok beğendim, çeviri de çok yalındı.
(Robotik arıcılık fikri güzelmiş)
"Özgürlük her yerde kabul gören geniş bir kavram olduğu için tüm dünya ciddi bir infiale sebep olmaksızın istediği her şeyi yapabilirdi; gelgelelim bir harbiye öğrencisi ufacık bir kuralı ihlal ettiğinde, bu aynı dünya yahut halk, elbirliğiyle o öğrencinin tepesine binerdi."
"Günümüzde sadece mutlu sona inanmayan ve bilinçli olarak ondan feragat eden insanlar hayatını idame ettirebilir. Mutlu asır diye bir şey olmasa da mutlu anlar vardır ve anın içinde özgürlük saklıdır."
☀️☀️
Jaguar💚 -
Cam Arılar, ağzım açık okuduğum roman oldu. Yazarın mitolojiden antik tarihe uzanan derin entelektüel birikimini okuyucunun gözüne sokmadan romana yedirişine mi, son sayfaya kadar okuyucuyu merak içinde bırakıp gerilimin dozunu düşürmeyişine mi yoksa günümüzde hala geçerli sayılabilecek hayata ilişkin düşüncelerini alt metin ile aktarışına mı şaşırsam bilemedim. Müthiş bir zekanın ürünü olan bu kısa kitabı Türkçeye kazandıran Jaguar Kitap ve çevirmen Mert Moralı'ya bin teşekkür!
-
Flashbackleri ve kurgusu ile çok çarpıcı.
Distopya ve bilim-kurgu sevmeyene bile elinden bıraktırmadan okutuyor kendini!
Keşke hepimiz anın içindeyken geçmişimize uzun uzun bakabilsek! -
‘Hayatta anlamsız diye bir şey var mıdır? Tabii ki bazı şeyleri az ya da çok hazmederiz,ancak öyle şeyler vardır ki bizzat azizler dahi onları sindirmekte güçlük çeker.��� Eski düzenin tamamen yeni bir dünyaya evrilmesi gibi.. Süvari birliklerinden cam arılara geçiş gibi..
.
Ezelden beri günün menüsü hoşunuza gitmiyorsa karşılaşacağınız şeylerin de çok sıradan olmasını bekleyemezsiniz..Richard için tam da bu noktada yeni bir kapı açılacak. Yoksa iki kapı mı demeli?
.
Çocukluğu, ergenliği, süvari birliğinde geçirdiklerini anımsıyor Richard. Zeki olduğu kadar şanslı değil ne yazık ki pek çok arkadaşının aksine. Ama o şanslı arkadaşlarından Twinnings ona yardım etmeye hazır. Kötü şansı şimdi dönebilir tersine. Meşhur Zapparoni’nin kurduğu dev endüstrideki bazı çarkların daha hızlı ve sorunsuz dönmesini sağlaması karşılığında.
.
Bir tereddüt içine çekilen Richard’ı öyle iyi çözümlüyor ki Ernst Jünger. 1957 yılında yazılan eseri okurken bir de şunu görüyoruz: yazarın hayal gücünün günümüze yakınlığı ve öngörüleri..
.
Çeviride Mert Moralı (özenli dipnotlarıyla), kapak tasarımında Orsolya Bercsek yer alıyor. -
Although The Glass Bees had its moments of sharp clarity, especially pertaining to prophetic statements about climate change and pollution, and increasing automation, it mostly fell flat. The narrative seemed mostly wandering and tangential rather than tightly coiled around a specific plot or even character.
The central ideas definitely had potential, but it seemed to me that the evils of technology were exaggerated and everything new was considered to be Evil or Dangerous rather than having a more nuanced view of it all. -
Kayıp Rıhtım Kitap Kulübü'nün yedinci konuğu Cam Arılar oldu.
Kulüpteki tartışmaları buradan okuyabilirsiniz:
https://forum.kayiprihtim.com/t/kr-ki...
Kitap hakkındaki incelememizi buradan okuyabilirsiniz:
https://kayiprihtim.com/inceleme/erns... -
A dystopian novel about the advent of micro-sized robots by an Italian inventor who must keep his unruly staff placated and happy if he is to continue to be a Steve Jobs-like commercial success. The prose is lean, uncluttered. Very short sentences. Captain Richard is looking for work and finds it--somehow--at the very high-tech factory of the robot manufacturer, Zapparoni. This man, an entrepreneur, has revolutionized modern life with his robots. Nothing is done as it once was for his robots have permeated virtually every aspect of life and business. The narrator is a former cavalry man still stung by the loss of his profession in World War I. He was appalled by how the cavalry was rendered obsolete by the invention of tanks, machine guns and long range artillery, and by the disruption in the ranks caused by this change in military technology. More generally he is not sure how it is possible for him to be a man in this radically changed world. Many around him find their purpose in fascism, but Captain Richard rejects that ideologically riven path. It would be possible, if he were a vindictive man, for him to see in Zapparoni all that has gone wrong with contemporary society, and to envision Zapparoni's destruction as the necessary corrective. There are a number of pages when the reader thinks that this is the expectation about to be fulfilled. But Jünger shakes off this predictable ending for something superficially reassuring for its conformity to the new standards, but ultimately more startling because of it.
-
İki dünya savaşını fiili yaşamışlık dahil asırlık bir birikim, insan ruhunun ikili yanını ortaya dökmekten kaçınmayan bir samimiyet, yer yer hayrete düşürecek düzeyde bir edebî güç ve teknolojinin insan hayatını ileri seviyede dönüştüreceğini ve içinde taşıdığı potansiyel yok edici riskleri erkenden öngören bir zekâ.
Değerinin çok altında bilinen bir yazar ve kitabı, gönülden öneririm okumanızı.
***
"Zapparoni'nin işyerlerinde, bir yanda, zamanın ruhunu belirleyen ve yaşamı çok kolaylaştıran otomatlar üretiliyor ve dünyayı doğrudan düşünce gücüyle değiştirmek isteyen büyücülerin hayaline, robot üreten robot yani felsefe taşı dışında, yaklaşılmış durumda; diğer yanda ise bu otomatların ölüm kusacak silahlara dönüşebilme potansiyeli."
"Zorunlu çalışma saatlerinin ve para derdinin hiç olmadığı sistemde, dünyanın en yaratıcı insanları gönüllerince ve kolektif olarak çalışıyorlar."
"Konuya tüm yönleriyle vâkıf olmanın sırrı, öğretmenin ve öğrenmenin Eros'unu yakalayarak veren ile alanın, örnek ile taklidin arasında bir etkileşim kurabilmekte yatar. Burada teknik konuların ötesinde, son derece yalın bir karşılaşma söz konusudur; tıpkı vahşi bir babanın oğullarına okçuluğu öğretmesi veya bir hayvanın yavrularına yol göstermesi gibi. Bu yüzden evrenin en yüce kurallarından birinin eğitim olduğuna canıgönülden inanıyorum."
"Gençlerle iletişim kurmak benim için adeta bir ihtiyaçtı. Gençlerin hayatın zorluklarına nasıl göğüs gereceklerini düşünmek bana heyecan veriyordu; güvensiz bir çağın içine doğmuşlar, bu yüzden etraflarındaki tehlikenin boyutlarını, bilinmeyen denizlerdeki yalnızlıklarını ve korkunç bir şekilde hiçliğin üzerinde durduklarını çok daha açık bir şekilde görebiliyordum."
"Eğitmenimiz pişmemizi istiyordu ama bunu içimizdeki çekirdeği yaralamadan yapıyordu"
"Ruhunun zenginliğini tüm derinlikleriyle keşfettiğimiz bir insan, bize Sezar veya B.İskender'in edinebildiğinden çok daha yücebir serveti bağışlar; artık bizim krallığımız o olur; monarşilerin veya cumhuriyetlerin en iyisidir, bahçemizdir, mutluluğumuzdur."
"Etrafımda artık bana ahlâk dersi veren beyaz yelekli görmek istemiyorum (Antik Roma'da "masumiyetlerini" temsilen soyluların giydiği giysi)."
"Artık insanlar sadece korktuklarıyla kalıyor, halbuki eskiden buna vicdan azabı da eşlik ederdi."
"Sanat, ancak sevgiyle kuşatılırsa ışıldayabilir. Zenginlerin zamanının, eğitimlilerin ise parasının olmadığı bir dünyada sanat sararıp solmaya mahkûmdur.
"Ev istikrar ve sağlamlığın vücut bulmuş halidir, bu kavram epeydir "çadır" niteliği kazandı ama içinde yaşayanlar göçebeliğin özgürlüğünün tadını da alamıyorlar."
"Geçmişten beslenip şimdiki zamanın içinde kendine bir türlü yer bulamayan, iyi niyetli ve güçlü bir irade, imkânsız olana ulaşmak için debelendiğinde acizliğe mahkûm olur ve kendisini yok etmeye mecbur kalır."
"Filozof, dünyanın hamurunu yeniden yoğuran kişidir."
"İnce ayrıntıları göremeyen gözler, sadece devasa boyutlardan etkilenir; ancak bir sineğin içinde, bir Leviathan'a (Tevrat'ta kötülüğü temsil eden ilkel su canavarı) kıyasla daha fazla organ saklıdır."
"Hesaplanamayanın peşinde olan insani mükemmellik ile hesaplanabilir olanın peşindeki teknik kusursuzluk bir arada düşünülemez; birini istiyorsak, diğerini kurban etmeye mecburuz."
"Uzun zamandır atların gücünden yararlandığı gibi şimdi de insanların gücünden yararlanıyordu ve önceden atlar nasıl yok edildiyse, insanlar da o şekilde yok edilmeliydi."
"Bir zamanlar (1936-39, İspanya İç Savaşı) insanlığa son vermek için Asturias'da cesetleri mezarlardan çıkartmışlardı (Frankocu faşistler). Bunu gördükten sonra bizi katıksız kötülüğün beklediğini ve aslında yeraltı dünyasının kapılarından girdiğimize kanaat getirmiştik.
"Bu yaşıma kadar yaşadıklarımdan sonra izlediklerim karşısında, başımı derde sokmamak için, yapmam gereken şey unutmaktı; ancak bu da beni bir başka tehlikeyle karşı karşıya bırakıyordu: Alçakça bir davranışı görmezden gelerek komşuma karşı sorumluluğumu bariz bir şekilde ihmal ediyor, böylece insanlıktan çıkmakla aramda sadece bir adım kalmış oluyor.
Yapabileceğim en iyi şey, Viyana'da bir kafede duyduğum tavsiyeyi uygulamaktı: SAKIN GÖRMEZDEN GELMEYE BAŞLAMA." -
Yine sayfa sayısına aldanıp “bir iki saate biter ki bu” denilmeyecek kitaplardan birisi. Aslında sevdim mi sevmedim mi ondan dahi emin değilim. Yazıldığı dönem göz önüne alındığında zamanını aşan kitaplardan, otomatların kullanımı ve dünya düzenindeki ilerleyiş günümüz insanı için çok tanıdık. Yüzbaşı Richard ise sanırım Ernst Jünger’den bazı izler taşıyor, yüzbaşının da atlı be savaş dönemini barış günlerine nazaran daha fazla özlediği görülüyor. İki dünya savaşına katılan yazarın, bu günlere dair düşünceleri diğer, savaşla yüzleşmiş yazarlara nazaran daha farklı, kitapta da bu açıklıkla görülebiliyor. Özetle kitaptan zevk alabilmeniz için kendisine biraz zaman tanımanız gerekiyor, başlangıçta-özellikle bir bilim kurgu - distopya okumayı bekleyenler için- bir afallamaya sebep oluyor ama sonrasında da kendisine bağlıyor.
-
Zamanının ilerisinde bir kitap. Açılışı pek hoş, klasik bir şekilde başlayıp olayların aniden yön değiştirmesi ama insani ikilemlerin iki düzlemde de devam etmesi de. Beğendim. Başka Jünger kitapları da okurum. 4/5
-
I find Jünger’s novelistic work less engaging than his diaries and essays (although I continue to admire his On the Marble Cliffs, and I haven’t yet read Eumeswil). Eventually, with Jünger, everything boils down to some form of essay. But in storytelling mode the setting and personalities tend to strike me as stilted and artificial. And that applies also to The Glass Bees. In this short novel, published in 1957, Jünger advances an idea that may strike us at first sight as truly far ahead of its time. It concerns the notion of ‘swarm intelligence’ as it is embodied in the community of miniature robotic bees featured in the story. However, the German philologist and media theorist
Niels Werber has shown how the steering concept espoused by Jünger to explain the swarm’s intelligent behaviour partakes more of an older center-periphery model than a truly cybernetic understanding. And even if it would have embraced the idea of a truly distributed intelligence, then Jünger wouldn’t have been as far ahead as we might think. Werber discusses the work of the British philosopher and SF-writer Olaf Stapledon who scored a big literary success with his Last and First Men, a 1930 science-fiction novel in which a self-organising swarm intelligence, driven by tight and loose feedback loops, competes with humankind for scarce resources. So, these ideas had been floating around already for decades when Jünger explored them through his glass bees. But it took another few decades to formalise these insights into what is now known as complexity science. In any case, the novel remains an interesting reflection on issues of power and control in an age in which the relationship between humans and machines is being reconfigured. -
Dear New York Review Books, I'm so, so glad that you keep flogging these works of the 20th Century continental European avant-garde. How would a mid-century German of... questionable... political persuasion write a science fiction novel? Let's find out. By going into long rants about military technology and the nature of modern man, by lapsing into weird rhapsodic reminiscences, by going into extensive Nietzschean discourse, and centering the whole thing around the weirdly beautiful plot device of tiny glass bees which do everything bees do but are not bees, as controlled by a vaguely Steve Jobs-ish overlord. Do not sleep on this, people, and that goes double to you, my fellow Americans.
-
Sabredince ödüllendiren bir anlatı. Teknolojik mükemmellikle insan doğasında mükemmelliğe erişme çabasını ve aslında pek de değişmeyen toplumu sorguluyor.
-
Kitabı dün sabah bitirdim. Ancak hakkında ne düşüneceğime emin olamadığım kitaplarda yaptığım gibi bunda da dünden beri kitapla ilgili internette bulabildiğim eleştirileri okuyor, diğer insanların kitaba bakış açılarını anlamaya çalışıyorum. Gelgelelim kitabın arka kapakta övüldüğü kadar iyi olduğuna hala ikna olmuş değilim.
Ernst Jünger ilginç bir adam. 103 yıl yaşamış, 2 dünya savaşında da savaşmış. Bir oğlu savaşta esir alınıp öldürülmüş, diğeriyse intihar etmiş. Heidegger’in de en yakın dostlarından biriymiş kendisi. Yazar böyle biri olunca özellikle savaşla ilgili düşünceleri, söyleyecekleri insanın merakını cezbediyor.
Bu kadar eleştirmeme rağmen Cam Arılar’ı hiç sevmedim diyemem. Öyle bir alışkanlığım olsaydı altını çizebileceğim epey cümle vardı kitapta. Ne var ki bütün bu cümleler toplamının iyi bir roman oluşturduğunu söyleyemiyorum. Yazarın asıl başyapıtı olarak görülen ve kurgu olmayan savaş anlatısı In Stahlgewittern (Çelik Fırtınası) de Jaguar tarafından yayınlanacakmış. Onun çok daha hoşuma gideceğini tahmin ediyorum.
-- Bu arada bu kitabı Kayıp Rıhtım Kitap Kulübü kapsamında okudum, diğer arkadaşların da kitapla ilgili görüşlerini okumak için:
https://forum.kayiprihtim.com/t/kr-ki... -
Glass Bees is made of old man grumbling(wasn’t war awesome when we fought on horseback instead of tanks), memoirs of a veteran, creepy horror story, a pessimistic meditation on an increasingly mechanized surveillance society, and in the end a celebration of human relationships that may or may not make it all worthwhile. The good outruns the bad in this book and the ideas on technology outstrips most sci/fi by non-genre authors(nanotech in 1960) and the idea of a company that provides entertainment and household needs alongside military hardware is great. Junger also has knack for using choice unsettling images in his story.
-
Ернст Юнґер, народжений 1895 року, дивує вже тим, що прожив 102 роки, тож це без сумніву людина-епоха, адже він був свідком XX століття фактично від і до, ця думка вже приголомшує, чи не так? Молодиком він воював у Першій світовій, як нескладно здогадатися, на менш успішному боці. Цей досвід став основою для його, можливо, найвідомішої книги "В сталевих грозах", яка є одним із найвагоміших творів про ту війну (вона вийшла українською кілька років тому). Я вже мовчу, що його вважають певним чином ідеологом націонал-соціалізму. Крім того він автор науково-фантастичних романів, один з яких я, власне, й прочитала.
"Скляні бджоли" побачили світ далекого 1957 року, тож це справдешня ретро-фантастика, до чого я, здавалося б, була готова. Насправді ж виявилося, що ні. Я забула, що герр Юнґер — дитя ХІХ століття, а його бойовий досвід походить з Першої світової. Головний герой цього роману так само колишній військовий, тож цей персонаж наскрізь просякнутий автобіографічними мотивами. Щоб ви зрозуміли ступінь цього ретро, оцініть хоча той факт, що для обох — автора роману і його героя — у війську основним транспортом були коні. Коні, кеп! Герой ще й служив у кавалерії, тож про цих тварин у численних і не надто потрібних флешбеках тут йдеться ну дуже багато. Ага, треба ще, певно, пояснити, що для пана автора сюжет — діло десяте. Так, книжка коротенька, ал�� ж навіть в 10-сторінкових оповіданнях є якась фабула. А тут усе можна переповісти кількома реченнями, прошу дуже:
ГГ, колишній військовий, відчайдушно потребує хоч якоїсь роботи. Він звертається до бойового товариша за допомогою. Той тепер щось на кшталт звідника — за скромні комісійні зводить роботодавців з підхожими працівниками (нічого на кшталт інтернету у світі "Скляних бджіл" вочевидь немає). Він радить нашому ГГ піти на службу до магната-власника величезної компанії, яка створює роботів — "автоматів". Гроші ніби гарні мають бути, але наш ГГ дупою чує, що діло темне. Та вибору нема, несплачені рахунки стирчать зі скриньки, кредитори стукають у двері, тож ГГ прибуває на співбесіду. Відбувши коротку і досить дивну розмову з Самим, він, як йому й було запропоновано, йде собі погуляти садком. За якийсь час він помічає, що бджоли в садку "неправильні", а саме крихітні механізми, при чому вони явно є різних типів (це ті самі "скляні бджоли" з назви, які з'являються щойно на 90 сторінці зі 150). Creepy, думає собі він і гуляє далі. Аж ось болітце, а в ньому — що то там такеє? Здається, схоже на людське вухо? А он і інші? Патичком дістає одненьке, треба ж роздивитися. Ага, думає він собі, це, певно, перевірка така! Провокація! Щоб глянути, як я себе поведу. Потім багато сторінок він розмірковує, що ж з цим всім робити, аж доки йому зрештою не здають нерви, і він як не лупне ключкою для гольфу по ... не скажу по чому, треба ж хоч якусь загадку лишити. Тут приходить Сам і каже, що от, мовляв, на цю посаду ми тебе не візьмемо, бо там треба мати яйця, яких у тебе, хлопче, явно нема. Але, якщо ти зацікавлений, то для таких, як ти, є інша роботка... Ну, і це все розбавлено численними флешбеками з раннього життя ГГ і його військової служби + 4-сторінковий епіложик. The End.
На жаль, для мене ця книга найкраще спрацювала як снодійне, нібито крихітний обсяг, а я з нею аж тричі засинала. Не знаю, може, то й похмура погода трохи винна, але без занудного стилю автора також не обійшлося.
Цитатка на прощання:
"Чому там, де літають скляні бджоли, не можуть лежати воскові вуха?" -
"bazı şeyler vardır ki, hayatım boyunca bilmek istemem."
-
In the introduction to the New York Review Book Classic edition, Bruce Sterling praises the slim novella for its prescient descriptions of technology and robots. The novel is about a former cavalry veteran’s desperate search for a job in high-tech. Jünger’s concept of robots is very, very different than Asimov’s. His robots are essentially nanobots. The seemingly hapless Captain Richard is to be interviewed by Zapparoni, whom Sterling describes as “a hybrid of Bill Gates and Walt Disney.” I would suggest Steve Jobs and Rupert Murdoch. I agree with Sterling: “Jünger understands that technology is pursued not to accelerate progress but to intensify power. He fully grasps that popular entertainment comes with a military-industrial underside.”
Sterling is right, but I’d take it one step further. Jünger was a friend of Martin Heidegger; in fact, he co-authored Crossing the Line or Over the Line (Über die Linie, 1950). The book is a “dialogue” on nihilism. Their friendship and their shared conversations over Nietzsche are background music to The Glass Bees and to understanding Jünger’s position on technology. Jünger views technology as a seductive tool that those in power will use to determine morality. The seduction is that technology is forward progress and with it is encoded a higher purpose that requires the individual to subordinate his or her personal will. Technology’s illusion is that it creates leisure and luxury. In reality, it creates continuous obligation, continuous anxiety, continuous subordination, which Jünger says is a form of spiritual death, not freedom. Jünger had lived through the uses of technology, its improvisations, to kill soldiers and to automate genocide.
Jünger’s writings between two world wars speak to a “loss of values,” a lack of foundation for the individual in the world and in society. He turned to Nietzsche. It may not have been the best choice, but Jünger’s conservatism should not be confused with nostalgia. This was not a veteran who wished for the Prussian spiked helmet, bright plumes, and cavalry charge, but one who had seen that modern war had become a great motorway of death, where nobody questions the destination, although they know the fate of some of their fellow travelers. He is questioning technology as perpetual distraction without solving any existential or social problems. Were he alive today, Jünger might look out at the street and see all of us with our handheld devices and the homeless person on the corner, isolated and deprived, and ask how it is possible that technology enables unrelenting communication, yet cannot manage to solve the plight of one destitute person. Jünger was also decadent enough to imagine that technocrats would put a cell phone into the hand of the homeless person, too. The technocrat invents or deploys technology without thought to the consequences. Jünger’s example is rocket scientist Werner von Braun, who would say that his job was to build rockets and that it was the job of politics to decide where they landed. A technical society is potentially nothing more than a hive with mindless drones.
Ernst Jünger was a student of nature. There is even a scientific prize for the study of insects named after him: [in German] der Ernst-Jünger-Preis für Entomologie. His novel presents the glass bee, an insect known for its capacity for hard work, and for its hive culture and its hive mentality. We tend to think of “worker” as subordinate, lesser, and exploited. Marxist theory does not help here, with its use of the word, ‘Proletariat.’ Jünger does not see it that way: he returns instead to Greek mythology, the idea of ‘gods’ and ‘titans.’ In Glass Bees, he may view technology with suspicion, see it as the tool that controls the user, but he is nudging the reader: Zapparoni is the god, but you and I are the titans who have been usurped, forgetting that we are dormant, asleep, and powerless because we are asleep. Zapparoni is sinister because he displaces nature, offers seduction so real that it keeps others enslaved in an artificial world of technology and entertainment. The novel concludes with Captain Richard having to make a decision.
Jünger would outlive the Kaiser and Hitler, see Germany divided, and live to see it reunited. In his long life he would write about experiments with hallucinogenic drugs, pen more essays, and many more novels. Most Germans of his generation and those after him are conflicted between love and pride for their country and culture, and a sense of guilt over World War II and the Holocaust – die deutsche Schuld, the famous German guilt, but Jünger was different, a real rarity.
Imagine for a moment an iconic individual such as John Wayne and all that he represented in his distinctive swagger, his clipped speech pattern; or better yet, imagine the monosyllabic ‘Yep’ of Gary Cooper; or the steady gaze of a James Dean, hat cocked back, thumbs tucked behind the belt over the blue jeans; or imagine the medal-strewn, memory-plagued Audie Murphy; or the aw-shucks humility of Sergeant Alvin York. Pretty all-American, huh? Now consider another image: quiet, reserved, the intent face of a man who lived to be 102, who outlived the calamities of a century, its monsters and the monstrous, wrote about all of it in terse, unapologetic language in his journals or transmuted it into fiction, and who served in two world wars, earning his country’s top military decorations, including the equivalent of the Congressional Medal of Honor when he was twenty-three years old. In addition to all that writing he studied the sciences and contributed to entomology, the study of insects. That was Ernst Jünger (1895-1998). -
An interesting, thought provoking, original, science fiction story narrated by Captain Richard, who is applying for a job in Zapparoni’s organisation. Zapparoni needs a chief security officer, and interviews Captain Richard for the job, as the Captain is a veteran and war hero. At Zapparoni’s headquarters, the Captain is subjected to odd experiences. The Zapparoni organisation is an advanced technological business that invents gadgets for the information and entertainment industries. Zapparoni is concerned that his scientists might sell the organisation’s secrets.
This book was first published in 1957. -
Почалось взагалі все дуже бадьоро і про військову службу головного героя послухати було цікаво і цитат було багато класних, що я аж втомилася сторінки загинати. А потім ми залазили все глибше і глибше в такі хащі, що під кінець я тупо заснула і толком навіть не пам'ятаю чим скінчилося. Здається, там було щось про тогочасного Ілона Маска і про те, що капіталізм - це зло, але їсти теж щось треба. Але я вже взагалі не впевнена, що хоч щось зрозуміла.
-
Bir içsel çekişme gibi başlayan kitap, insanın geleceğine belirsiz bir bakışa dönüşüyor. Günümüzde Yapay Zeka'nın bizler için ne kadar iyi olduğu ve olacağı konusu tartışılırken, 1957'de basılmış bu kitap bizlere olasılıklara dair bir görüş sunuyor. Bazı işlerin yok olması ve kiminin de başka türden işlere evrilebileceğini taa 1957'den gören Jünger'i ileri görüşlülüğünden ötürü tebrik etmek lazım belki de. Kitap aynı zamanda insanın doğaya müdahalesinin bir muhasebesini de yapıyor. Sonunda ise distopik mi ütopik mi olduğu belli olmayan, havada kalan bir sonla baş başa bırakıyor. Özellikle Westworld dizini izleyip sevenler için ilginç bir okuma olabileceğini düşünüyorum. Yapay Zeka ile ilgili şu makaleyi de aşağıya iliştireyim, ilginizi çekebilir:
https://www.theatlantic.com/magazine/... -
“İnsani mükemmellik ve teknik kusursuzluk bir arada düşünülemez. Birini istiyorsak, diğerini kurban etmeye mecburuz ve hangi kararı alırsak alalım bir yol ayrımına geleceğiz. Bunun bilincinde olan kişi, her iki durumda da işini çok daha temiz yapacaktır.”
Ernst Junger teknolojik gelişme ve insanlık meselesini ele almış ve nefis bir kitap ortaya çıkmış.
Savaşlar atlatmış, hayatını doğru düzgün yaşayamamış, bu kadar şeyden sonra da yaşama pek tutunmamayı tercih ettiği izlenimi veren Richard adında bir baş karakterimiz var.
Bir de teknolojik gelişimin öncü isimlerinden, ürettiği cihazlar, otomatlar, robotlar, yayınladığı filmler ile insanlığa yön veren, zenginliği dillere destan Zapparoni var.
Bu ikisinin diyalogları, hayat hikayeleri, düşünceleri eşliğinde Junger teknolojinin gelişmesinin insan ve doğaya etkilerini ele alıyor. Bir romandan daha fazlasıydı bence bu kitap. Bir düşünce kitabı gibi geldi bana daha çok.
Bugün özellikle Boston Dynamics robotlarını izlerken düşündüklerimizin, şaşkınlıklarımızın çok benzerlerini Richard camdan arıları görünce yaşıyor. Aynı endişeyi, korkuyu, merakı onda da görüyoruz. 60-70 yıl önce yazılmış bu kitap o dönem için inanılması güç
öğeler barındırıyor olabilir ama bugün yazarın bahsettiği dönemleri yaşıyoruz. Yazarın kendine dert edindiği konular da hala geçerliliğini koruyor doğal olarak. Bu yönüyle çok kıymetli ve bakış açısı kazandıracak, düşünce dünyamızı zenginleştirecek bir kitap.
Yazarın tespitleri, kültürel birikimi de beni çok etkiledi. Savaş tarihine, siyasi tarihe ve mitolojiye hakim olduğunu hissettiriyor yazar. Daha sonra yazarın diğer kitabını da okuyacağım mutlaka. -
Ana karakteri daha hiç tanımadan iç dünyasının derinliklerine bu kadar yakından tanık olmak ve bazı bölümlerin gereğinden fazla uzaması hafif rahatsız etse de güzeldi. Gizemli deha zapparoni’nin hikayeye daha fazla dahil olmasını isterdim🥹
-
At its core this novel is a masterfully crafted subversive tool. A tool which perhaps has never been more ripe for use than now. With it Junger does not offer us the means to stop a dystopian future , which has without question manifested. Or the means to reverse course to an idyllic time.
Instead junger offers us a manifesto like biography, of a man trapped by the changing world around him. Through his misanthropic remembrances and clarity gained at great price, a path is revealed to the reader. That if taken can shelter us from the machine of hyper-modernity.
"Human perfection and technical perfection are incompatible. If we strive for one, we must sacrifice the other.... technical perfection strive towards the calculable, human perfection strives towards the incalculable..." -
При всій повазі це неймовірно нудна книжка не варта витраченого на часу. При всій повазі до автора це ідельна книга для людей із безсонням три рядки і ви вже спите...
-
Prospero Kitaplığı serisinden Cam Arılar, kesinlikle okuduğum en sıradışı ve etkileyici metinlerden biri. Savaştan sonra topluma ve yaşama uyum sağlamakta zorluk çeken, bunlarla beraber bir işe tutunamayıp maddi zorluklar da çeken eski süvari Richard’ın hezeyanlarıyla başlıyor kitap. Jünger, karakterin ordu ve savaş anılarına paralel olarak, distopik bir atmosferde, felsefi kaygılarını edebi bir dil ve mitolojiyle de zenginleştirerek sunuyor. Bu da metni çok zengin ve farklı kılmış. Değer yargıları zayıflayan, ruhsuzlaşan, mekanikleşen insanın, yitirdiği değerlerinin yerine koymaya başladığı ve giderek de koymak zorunda kaldığı teknoloji ve makineleşmeyi, yazıldığı dönemin çok ilerisinde bir öngörüyle eleştiriyor yazar. Bu bağlamda, Jünger’in endişe duyduğu dünya Max Frisch’in Homo Faber’ini de anımsattı bana. Distopik unsurlar ve gerilimden, felsefi kaygılara, her şey son derece dozunda ve dengede barındıran edebi açıdan da oldukça doyurucu bir metin. Çok sevdim.