Title | : | Awaiting Oblivion |
Author | : | |
Rating | : | |
ISBN | : | 0803261578 |
ISBN-10 | : | 9780803261570 |
Language | : | English |
Format Type | : | Paperback |
Number of Pages | : | 87 |
Publication | : | First published January 1, 1962 |
John Gregg is the author of
Awaiting Oblivion Reviews
-
He and she… They have no names… Just he and she…
He understood quite well that she had possibly forgotten everything. That did not bother him. He wondered if he did not want to take possession of what she knew, more by forgetting than by remembering… It was necessary that he, too, enter into forgetting.
Their world is absolutely static… Their natural state is the state of uncertainty…He had often had the impression that she was speaking but that she was not yet speaking. And so he waited. He was, confined with her, in the great shifting circle of waiting.
In Awaiting Oblivion Maurice Blanchot goes even further than
Samuel Beckett in
Waiting for Godot – his characters wait for no one… They wait for nothing… They are just waiting…To wait, only to wait. Unfamiliar waiting, equal in all its moments, as is space in all its points; similar to space, exerting the same continuous pressure, not exerting it. Solitary waiting that was within us and has now passed to the outside, waiting for ourselves without ourselves, forcing us to wait outside our own waiting, leaving us nothing more to await.
To live is to wait. Oblivion is what lies ahead. -
“Adam sabretmeyi ogrendigini dusunuyordu ama sadece sabirsizligi yitirmisti. Artik ne birbirine ne de otekine sahipti, son bir gucle cekip cikaracagini dusundugu eksikleri vardi sadece. Sabir olmaksizin, sabirsizlik olmaksizin, ne razi olarak ne de reddederek, hareketsizlik icinde devinen, terk edilmenin olmadigi bir terk edilmislik.
Oyle bir melankoliyle, ama oyle huzurlu bir kesinlikle hissediyordu ki artik asla ‘ben’ diyemeyecegini.” -
I thought when I got this book, oh it's just 80 pages or so and I'll be done in a day or two. On the contrary, it has taken me months to read. Every paragraph is dense and thorny; once I've gotten through a few pages I need to digest for a week or two. Each word weighs heavy: every sentence incredibly precise and yet managing to float in some nether region of language, beyond silence. Truthfully, I have 20 more pages to plow through, but I don't know if I can take any more loss.
-
Öyle bir kitapki, yalnızca tek bir kişinin belli bir zaman diliminde okuması için yazılmış gibi.
A Dialogue On Love'ı ne çok hatırladım okurken. Yine iki kişinin birbirine karışan sözleri, düşünceleri, tek bir odada başlayıp biten bir hikaye. Parça parça. Hatta o kadar eksik ki, kendi içsel dünyanızı buluyorsunuz birden karşınızda. Nasıl bir Bekleyiş Unutuş içinde olduğunuzu görüyorsunuz. Sarsıcı bir yüzleşme oldu benim için, bu seferki. Bir daha okuduğumda, zamanı geldiğinde bu kitabın bir şekilde tekrar elime geçeceğinden eminim, nasıl bir benle karşılaşacağımı şimdiden çok merak ediyorum. Bir yanım herkese önermek isterken, bir yandan kitabın benim okuduğum halini kimsenin okuyamayacağını biliyorum. Hatta ben bile bir daha aynı halini okuyamayacağım ve bu beni çok üzüyor. -
Bekleyiş ve unutuşun değil, oksimoronun kitabı.
-
Bir oda bir adam bir kadın çokça oksimoron.
-
I read parts of this book while waiting for someone. It made me aware of the wait and how the wait sometimes becomes the event.
-
Uzun zamandır, bu denli içine giremediğim bir kitap okumamıştım. Hani otobüsle uzun yola gittiğinizde, bir yerden sonra bir sıkıntı basmaya başlar ve yol bitmez olur ya, bu kitabı okumak da bunun gibi bir his verdi. Yaratıcı kelime-ses-anlam oyunları mevcut ama tüm çabaya rağmen çeviri sürecinde etkisinin yittiği görülüyor. Oksimorona doydum ve (mümkünse uzun) bir süre (en azından bu yoğunlukta) görmemek yerinde olacaktır diye düşünüyorum.
2/5 -
Yani neden ve niçin okudum bilmiyorum..hiçbir şey anlamadığım eserlerden..
Mekan net değil..karakterler kim..zaman nedir..
Bir kadın ile bir adamın karşılıklı konuşması sırasında adeta bulmaca çözer gibi anlamaya çalıştığım bir eser..
Paragraflar ve hatta cümleler arası bütünlüğün olmadığı ilginç bir eser..
Bekleme ve unutma üzerine söylenmiş sözler işte.. -
Blanchot again works to delimit the silent space between two, the space of a speaking, that allows speech and thus too the possibility of the impossible, granted through that which withdraws in allowing speech.
To attempt to bring forward this withdrawal; to lend voice to the silent path of waiting for another word.
No story, only words, voices. Knowing fades and is forgotten as one is drawn into this conversation, this spacing between. All there is are words, emptying themselves out to make a sign towards the silence they carry along in their approach and their withdrawal. -
like to think of this as like a skeleton key to Beckett’s work (and i have a similarly religious reading of both of them). main difference here is that Blanchot’s characters are almost always averse to being complicit in any kind of narrative.
-
A man and a woman alone in a room. This is the staging ground. A lot of the talk is about waiting. The language itself - though rhapsodic, though intoxicated w/ possibility and strange uncanny modalities of beauty - is also spare, reduced, streamlined. It is hard not to think about Beckett. Two people in a room. Talk of waiting. Language of weaponized poeticophilosophical malignancy. And I thought of Mallarmé. Of whom Blanchot often thought and about whom he often wrote. Maybe I should have been thinking about Mallarmé more when I was engaging Beckett. AWAITING OBLIVION, just like the poetry of Mallarmé, is fundamentally about itself as a thing made from language. Language is the subject. Or the main subject. There is also the dalliance. A kind of wildly abstracted amorous tête-à-tête. It is not just language itself that provokes rhapsody regarding itself. There is also the man and the woman in a room. Coming at one another. Wrapped up in one another, enmeshed in words. Words that reach. Words the ever fail. Words that eddy into oblivion or swallow their own tails. Forgetting, presence, death, speaking. Not just waiting, then. Besides Beckett and Mallarmé, I cannot help but think of the Roland Barthes of A LOVER'S DISCOURSE. The best part of the book, as w/ any book like this - and book w/ prose that equals the very best modern poetry - are the firecrackers. I mean the firecracker sentences the go off here and there. My favourite, near the end of the book; a piece of dialogue: "You attracted me in the midst of things to say." And Nietzsche. You are also going to think of Nietzsche. There is the active forgetting, for one. But more importantly: the sense that these characters-who-are-not-even-characters are blank staging grounds for forces. These forces are, of course, things of language. I think I am going to set this book atop my toilet tank and read fragments of it here and there for eternity. Oh yeah. Eternity. Eternity comes up too.
-
Waiting in forgetting by remembering through forgetting in waiting. Presence of excess, an excess of forgetting and waiting. Everything is oblique
-
beni unuttuğunuzdan nasıl bu kadar emin olacaksınız?
başka bir kadını hatırladığımda emin olacağım.
fakat hatırlayacağınız yine ben olacağım; daha fazlasına ihtiyacım var.
''bekleyiş unutuş''u tam olarak hangi tür içerisinde değerlendireceğimi kestiremiyorum. maurice blanchot, bildiğim kadarıyla filozof yönü daha güçlü bir isim. eleştirmen olarak da tanıyanlar var. fakat bu kitabı bence en çok kurgu sınıfına giriyor; karakterlerin olmadığı bir kurgu?? ya da kurgu içinde aforizmalar kitabı??? bilemedim.
zor eser, deneysel bir tarafı var, oksimorondan ibaret ya aslında. herhangi bir bütünlük yok; kitap büyük oranda beklemeyi, unutmayı anlatıyor ama tam olarak ne anlatıyor pek anlaşılır gibi değil. çok ilginç, tanımlanması zor bir düşünce seli. kaptırıp gidebilirseniz bir anda bitirebilirsiniz ama ben keyif alamadım.başkaları tarafından unutulmak hiç umrumda değil. ben sizin tarafınızdan, sadece sizin tarafınızdan unutulmak istiyorum.
-
Bu kitap daha önce okuduğum hiçbir kitaba benzemiyor. Maurice Blanchot müthiş kelime oyunlarıyla bir taraftan okuyucunun zihnini zorlarken, bir taraftan da bir ilişkide kadın ve erkeğin birbirine benzemez bilinçaltını, söze dökülmemiş gerilimleri, talep edilmeden talep edilenleri, anlatılan ama duyulmayanları nefis bir şekilde ortaya dökmüş.
-
"Kadına şunu söylemek hakkına sahip olmayı isterdi: “seni duymamı istiyorsan konuşmayı bırak.” Fakat kadın, hiçbir şey söylemezken bile susamazdı artık."
"Bir şey beklendiğinde artık daha az bekliyorduk."
"Dikkatte dikkatin merkezi ve çevresinde perspektifin, manzaranın, içeriden ve dışarıdan görülmeyi bekleyen düzenin yayıldığı merkezi nokta kaybolur."
"Dikkat başıboştur ve ikamet edilemeyendir. Boş, boşluğun berraklığıdır."
"Gizem: onun özü her zaman dikkatin berisinde olmasıdır. Ve dikkatin özü, kendi içinde ve kendi sayesinde, her daim dikkatin berisinde ve tüm bekleyişlerin kaynağı olanı koruyabilmesidir: gizemi.
Kendimi işitmek için kendimi işitmem değil fakat işitilebilir hale getirmem gerekecek"
“Bekleyiş her daim, kendisinde başlangıcı taşıyan, sonu askıya alan ve bu aralıkta bir başka bekleyişin aralığını açan bekleyişin bekleyişidir.
"Bekleyişte her söz ağır ve başına buyruk hale gelir."
"Bekleyişte, beklemeye müsaade eden zaman bekleyişe daha yerinde bir yanıt vermek için kaybolur."
"Gizemli örtüsünü kaldırmadan kendisini gözler önüne serendir."
"onu açığa vuran ve aşikâr kılan şey yoluyla mı saklı?"
"Birbirleri için mevcut olabilmek için kendi mevcudiyetlerinden vazgeçmiş bir halde, bekliyorlardı, birbirlerini arıyorlardı."
.
"…bulmak sadece bulunamaz olan merkezle ilişkili olarak aramayı sürdürmektir. Merkez bulunmayı ve dönmeyi olanaklı kılıyor fakat kendisi bulunmuyor. Merkez olarak merkez her daim el değmemiş halde." -
i like it when translators give you a heads up about untranslatable puns. that's all i have to say for now.
-
Marguerite Duras seven bunu da sever gibi.
Biraz da oksimoron. -
Hiç odaklanamadığım ve keyif alamadığım kitaplar arasına girdi. Sorun kesin bende ama.
-
Kendisi sanatın sanat için olduğunu düşünen bir kadındır çok net olarak. kitap iki bölümden oluşuyor. biri bekleyiş biri de unutuş. ancak bu iki bölüm de birbirine girmiş bulunmakta. kitapta olay örgüsü yok. herhalde kitabın yarısına kadar bu insanlar nerede, niçin beraberler ve problem nedir bunu çözmeye çalıştım. bekleyiş ve unutuş fiilleri üzerine bir kıtap kurulmuş. birçok şeyin beklemesini birçok şeyi o bekleme kelimesinin altına o kadar iyi saklamış ki blanchot bir yerde her şeyin bitmesini ve başlamasının bekleyişi oluyor. unutuş da öyle. kendini orada unutup yeni sen ile dışarı çıkmak ama aynı zamanda kendini unutup ve bunu karşındakini asıl unutmak için yapma durumlar. karışık. kopuk. sonlarına doğru bitse de gitsek dedim çünkü niçe arkadaşımız gibi bu da sürkeli aslında aynı şeylerden bahsedip aynı cümleleri kuruyor. ancak sanatın sanat için olma kısmı gereçekten güzeldi. keşke akıcılığı daha güzel olsaydı. yani cümleler bile o kadar tuhaf kurulmuş ki cümleye başlarken nasıl geleceğine dair hhiç bir fikrin olmuyor sanki dolaylı tümleçler, belirtisiz nesneler zarflar birbirine uymuyor. uzun ve tersten cümleler gibi. böyle değişik şeyleri çok severim ancak kendi perspektifimden mantıklı sahnelerin içine oturduklarında. bak kadına 3 yıldız vereceğim diye suçluluk hissedip nasıl övdüm hahaha
-
Ne okuduğumu bilmediğim, yada bilmediklerimi okuduğum bir kitap🙄 Severim düşündüren, zorlayan, oradan oraya taşıyan eserleri.
Bir adam, bir kadın, ince uzun odası olan bir mekân, duygular, sessizlikler, konuşmalar, sorular, cevaplar.
•
Tam anlamıyla beyne jimnastik yaptıran cümleler. İtinayla 5 kez okumama rağmen her okuduğumda farklı bir şey algıladım bir cümleyi örneğin.
•
Kitabın tanıtımındaki cümle gayet iyi ifade ediyor : Yazar yapıtlarını; eleştiri ve anlatı biçimleri ile felsefi söylemin sıradışı derinliklerini harmanlayan, herhangi bir tür altında sınıflandırılamayacak edebi bir özgünlükle kaleme almıştır. -
*Blanchot bu kitabıyla edebiyat*a meylediyor.
*O halde size söyleyemediklerime karşı biraz daha anlayışlı* davranın.
*İsmet Özel'in savunduğu ''beklentisiz bekleyiş''in* kelime kelime aynısını söylüyor.
*Fark olarak, eğer bir gözle karşılaştığı zaman bunu hissedemeyecek, bunu kendine yaklaştıramayacak kadar meşgul ya da duyarsızsa bunu kendi için kayıp* saymıyor Blanchot.
*Asıl kayıp da bu aslında. Dünyevi arzularımıza ırak olan bir mefhumdur sevgi.*
*Kapılmazsanız kapılmayın, napalım. -
ilginçti. hayatım boyunca hiç bekleyişin üstüne bu kadar cümle görmemiş olabilirim ya da unutuşun imkansızlığı üstüne. ama beni bekleyişten çok unutuş odaklı konuşmalar daha çok etkiledi.
adamın başka bir kadını hatırladığında o kadını unuttuğuna emin olacağı düşüncesi ama aslında hatırlayacağının yine o kadın olacağı. herhangi bir bellek kaybı olmadığı sürece unutuş gerçekten imkansız galiba, which freaks me out. -
等待,在场,遗忘,死亡,词语,空间,时间,明明有联系又被某种空白隔开......布朗肖的这部作品无法称之为小说,更像是一部呓语的集合。我和她,也许是我和我自己,抑或是写作与阅读。往复回旋的就是这些词语,或者两个对话对象的在场或者不在。
通篇的对话,饱含着思考与理解,探寻等待和遗忘等等的哲学话语。无法在纠缠中厘清的思想,试图看见所有的可能性。有些事是徒劳的努力,在无限接近的空间看见中心的真心......
任何时候,随便都其中的一段,你都会感觉痛苦,困在哲学语境中的没有目标的痛苦.....
你从来不可能读完这本书,因为它既非梦中,也非现实。所有的句子你都可以打碎重组,在时间和空间里,他们漂浮不定,他们不是第二者,也不是第三者。你和他们永远暧昧不明。
你会遗忘书中所有的词句,然后等待再次打开回忆。
没有耐心是读不了这本书的。因为它不是用来阅读,而是拿来锻炼思考的。 -
Kitap kadınla erkeğin ayrılma aşamasındaki karmaşık duygularını iyi yansıtmış.
*"Bir şey beklendiğinde artık daha az bekliyorduk."
*"Öncelikle yakınlık, öncelikle yakınlığın bilinemeyişi, öncelikle birbirinden habersiz birbirlerine dokunan ve ilişkisiz meçhul anların yanyanalığı."
*"Adamın beklemesine müsade eden zamanın yokluğudur." -
Feels like reading a Magritte painting
-
Blanchot'tan beklemek ve unutmak üzerine düşünceler.